8 Mayıs 2015 Cuma

Edebiyat Üzerinden Ulus İnşâsı: Ziya Gökalp’ın Şairliği Yılmaz DAŞCIOĞLU[*]

Edebiyat Üzerinden Ulus İnşâsı: Ziya Gökalp’ın Şairliği
                                                           Yılmaz DAŞCIOĞLU[*]


Ziya Gökalp (1876-1924) adı Türk edebiyatının ilgi çekici yol açıcıları ile birlikte hatırlanır. İbrahim Şinasi’nin, Recâizâde Mahmut Ekrem’in, hatta Orhan Veli’nin durumunu çağrıştıran bir açıcılıktır bu. Tıpkı onlar gibi Gökalp da edebî ürünlerinin estetik değeriyle değil, bu ürünlerin içinde veya dışında dile getirdiği görüşleriyle edebiyatın akışını değiştiren adamdır. Buna karşılık arada önemli bir fark da bulunuyor: diğerleri neredeyse bütün gücünü edebiyat alanının içinden alırken, Gökalp edebiyatı da içine alan daha büyük bir dairenin, neredeyse insan bilimlerinin tamamına yönelen sistemli bir ilginin getirdiği genişlikten güç almaktaydı. Bu yüzden onun edebiyatta yön değişmesine yol açan etkisini diğerlerinden ayırmak ve aslında topluma dönük çok yönlü bir programın uygulanmasında, edebiyatı dönüştürücü bir araç olarak kullanma isteğine vurgu yapmak gerekir. Böylece Batı’da da XVIII. ve XIX. yüzyıl edebiyatlarının önemli işlevlerinden birisi olan uluslaşma sürecini oluşturmanın Türk edebiyatındaki (sadece temsilcisi değil) kurucusu ile karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkar. Onun yalnızca edebiyat üzerine görüşlerinin değil, tümüyle edebî ürünlerinin de böyle bir işleve yönelik olması Türk edebiyatı tarihindeki Ziya Gökalp portresinin birbirini bütünleyen iki ana çizgiden ibaret olduğunu gösterir. Bu yazı onun edebiyat alanında da etkili olmasını sağlayan görüşlerinin ve ulus-inşâsı sürecinin kurucu öğesi olarak yazılan edebî ürünlerinin incelenmesini içermektedir.
           
Edebî Görüşleri
Ziya Gökalp’ın edebiyat hakkındaki görüşlerini genel düşünce sisteminin içerisinde değerlendirmek gerekir. Çünkü Türk kültürü açısından Ziya Gökalp adı her şeyden önce, II. Abdülhamid devrinden beri kültürel milliyetçilik olarak başlayan çalışmalarda dağınık biçimde dile getirilen düşünceleri sistemli bir Türkçülük doktrini haline dönüştürmenin ifadesi olmuştur. Çok uluslu bir toplum yapısından modernitenin ürettiği, homojen olup olmadığı tartışmalı olsa bile en azından nicelik olarak indirgemeci denilebilecek millet kavramının ortaya çıkarılmak istenilmesi bu doktrinin temelini oluşturur.
Bilindiği gibi Tanzimat öncesi klasik Osmanlı döneminde genel olarak niteliksiz kitle içeriğini taşıyan “halk” sözcüğü, Tanzimat’la birlikte rejim değişikliği taleplerinin dayanaklarından birisi olarak seçme-seçilme yeteneğine sahip nitelikli bireyler kümesi biçimine evrilmiş idi. 1908’den sonra ise en başta Ziya Gökalp tarafından olmak üzere oluşturulmak istenilen millet kavramının zemini olarak görülmüştür. Böylece halk kavramı, modern Türkiye’nin toplumsal, düşünsel ve kurumsal oluşumunun en önemli anahtarlarından birisi olarak konumlandırılmıştır. Çünkü tarihi süreçleri geçmişte kandaş (kavmî veya ırkî) ve dindaş (ümmet) dönemler olarak algılayan ulusçuluk, kendisini kurumlaştırabilmek için kan ve din bağlarının yerine yeni yapılandırıcı öğeler ikame etmeye ihtiyaç duymuştur. Bu çerçevede halk ortak bir dili, belirli ortak bir geçmişi ve ortak mitleri içermek bakımından “ulus” oluşturmanın kaynağı olarak bir potansiyel taşımaktadır. O halde kavim ve ümmet yapılanmalarından gerektiğinde yararlanabilecek, ihtiyaç halinde bunların kutsallarından dönüştürülen motiflerle yenileri üretilebilecek bir inşâ sürecinin hem kaynağı hem de malzemesi olarak halka daha farklı bir dikkat yöneltilmesi, uluslaşmanın temel programı olmalıydı.
Bu çerçevede Gökalp, “kültürle birleşmiş toplum” olarak tanımladığı millet kavramının ancak hars (kültür) ve medeniyet arasındaki sentezle oluşabileceğini düşünmüştür. Kan ve din bağından ziyade belli bir geçmişin birlikte yaşanmasıyla oluşturulmuş kültürün etrafındaki toplanma ulusu oluşturur. Bu oluşumun gerçekleşebilmesi halkın diline ve folkorik, etnografik birikimine yönelerek, modern bilinçle yeniden üretilmesine bağlıdır. Bu da “halka doğru” ve “garba doğru” ifadeleriyle adlandırılan bir süreçle gerçekleştirilebilirdi. Bu açıdan da dil ve edebiyat ile ilgili söyledikleri geniş ölçüde onun toplum projesinin parçaları arasında ele alınmalıdır. Dolayısıyla Gökalp’ta dil ve edebiyat ile ilgili meseleler bir yönüyle medeniyetin bir yönüyle de kültürün ilgi alanında değerlendirilir. Medeniyet açısından bir bilim olarak, kültür açısından ise sanat olarak ele alınır (Filizok, 2005:119). Kısacası Gökalp, Türkçülüğün Esasları’nda mahiyet itibariyle Türkçülüğün “hars” ve “medeniyet” ile “halka doğru” ve “garba doğru” yönelişler arasında oluşacağı görüşünü dile getirir. Edebiyat ve onun dayandığı dil, medeniyete ve kültüre ait unsurlardan oluşur.
Bu bağlamda Ziya Gökalp’in dil ve edebiyat hakkındaki görüşlerini Türk edebiyatı tarihinin “millî edebiyat akımı” veya “millî romantik duyuş tarzı” olarak da adlandırılan ve milliyetçi edebiyatın oluşumu ile örtüşen, daha doğrusu bu oluşumda yönlendirici rol oynayan bir nitelikle değerlendirmek yerinde olacaktır. Edebiyatta milliyetçilik, 1911’de Genç Kalemler dergisinde yayımlanan “Yeni Lisan” adlı yazı (dizisi)dan itibaren millet bilincinin oluşmasında millî bir edebiyatın, onun gerçekleşmesinde de edebiyat dili üzerinde etkili bir operasyonun gerekliliğini görmüştür.  Genel görünümünü, yabancı bütün öğelerin atılması yoluyla tamamen Türkçeleşmiş bir yazı dili öngören anlayış ile daha ılımlı olarak yaşayan/konuşulan dili edebiyata norm olarak göstermek biçimindeki iki çizginin oluşturduğu millî dil anlayışında, Gökalp ve yanında bulunan Ömer Seyfettin gibi arkadaşları, hem tasfiyeciler olarak andıkları birinci grupla hem de kendilerine itiraz ederek Edebiyat-ı Cedide dilini şu ya da bu ölçüde savunanların oluşturduğu grupla tartışmalarında orta yolu tutmuşlardır.
Bu bağlamda Gökalp’ın dil konusundaki görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür:
·         Yabancı dillerden mümkün olduğunca kelime alınmamalı, gramer kuralları ise kesinlikle alınmamalıdır. Türkçede bulunan Arapça ve Farsça kurallar terk edilmeli.
·         Arapça ve Farsça tamlamalar terk edilmeli, yerine Türkçe tamlamalar tercih edilmeli.
·         Arapça ve Farsça çokluk çekimleri bırakılıp yerine Türkçe çokluk eki kullanılmalı. Aynı şekilde diğer ekler konusunda da Türkçelerin kullanılması yaygınlaştırılmalıdır.
·         Yabancı dillerden alınan kelimeler halkın dilinde kullanıldığı gibi kullanılmalı; aydınların yaptığı gibi özgün biçimlerine uymaya çalışılmamalı.
·         Doğu Türkçesinden kelime almak yerine, en gelişmiş Türkçe olan İstanbul Türkçesi bütün Türklerin ortak dili haline getirilmeli.
·         Tasfiye mutlaka uygulanacak bir yol değildir. Başka dillerden alınsa bile Türkçeleşmiş kabul edilen, halkın diline yerleşmiş sözcükler terk edilmemeli.
·         Eş anlamlı sözcüklerden Türkçe olanı tercih edilmeli.
·         Yaşayan dilde bulunmayan arkaik kelimeleri diriltmeye çalışmak, yeni kelimeler uydurmak gereksizdir. (Argunşah, 2010:116-121)

Bu ilkelere Ziya Gökalp’ın kendi metinlerinde her zaman uyduğu söylenemez. Bazen “dilmaç” gibi Türkçe, bazen de yukarıda da geçen “hars” gibi Batı dillerindeki kavramlara Arapça-Farsça karşılıklar türetmekten geri durmaz.  Böylece “yeni lisan” hareketinde etkili bir rol aldığı görülen Ziya Gökalp, aslında eşzamanlı ve/veya iç içe bir süreçte edebiyat konusunda da ulus-inşâsı amacına dönük teklif ve uygulamaları ile etkili olmuştur.
“Şuur devrinde şiir susar, şiir devrinde şuur seyirci kalır. İçinde bulunduğumuz zaman, galiba birinci devreye aittir; şairler Muz’larından uzak düşmüş, vezin ve kafiye, şuurlu müteşairler eline geçmiş…
Bu hali, çocukların hayatında da görürüz: Ders saatleri arasında oyun fasılaları var… Aynı zamanda, çocuk terbiyesinde bir takım dersler, oyun tarzında verilir; bunun gibi, halk terbiyesinde de bazı fikirlerin vezin kisvesi altında arzedilmesi fena mı olur?” (Tansel, 1989:97)
Yeni Hayat adlı şiir kitabının başında yer alan bu sözler Gökalp’ın edebiyatla ilgili görüşlerinin dayanak noktasını da oluşturmaktadır. Böylece farklı amaçlar için olsa bile Namık Kemal’den Mehmet Âkif’e ve toplumcu gerçekçilere uzanan, edebiyatı toplumu eğitmenin bir aracı olarak gören anlayışın içerisinde yer alır.  Onu diğerlerinden ayıran fark ise “tahris” ve “tehzib” kavramlarıyla ifade ettiği önce halk kültürünü alıp, oradan beslenip sonra bu malzemeyi medenî milletlerin edebî teknikleriyle işlemek ve özgün bir eser meydana getirmek düşüncesidir. Bu temel düşünce etrafında edebî dilin konuşma diline (İstanbul Türkçesine) dayanması gibi, biçim bakımından millî vezin olan heceye, millî nazım biçimlerine ve tematik olarak da halka, halk kültür ve edebiyatına, Türk mitolojisine yönelmeyi öneriyordu. Filizok’a göre Ziya Gökalp ve arkadaşları Türk mitolojisi, Türk folkloru ve halk edebiyatı ile bir “istiare zemini” oluşturmak ve bilim ve sanatın bu zemin üzerinde gelişmesini sağlamak istiyorlardı. Bu konuda eski Yunan mitolojisini ortak bir zemin olarak alan çağdaş Batı ulusları örnek alınmıştır. Onlar Yunan mitolojisini bir düşünme merkezi olarak kabul etmekle, aslında var olmayan bir bütünlüğü sağladıkları gibi bugün ulaştıkları başarıya da bu sayede varabilmişlerdir. O halde dünya Türklerini birleştirecek ve ortak bir başarıya ulaştıracak yol da kendi mitolojisini “istiare zemini” haline getirmektir (Filizok, 2005: 120-121).
Ziya Gökalp’ın Türk edebiyatı üzerindeki etkisini 1922 tarihini referans alarak iki döneme ayıran Hülya Argunşah, ilk devrede “bir yeniden doğuş psikolojisi taşıyan millî edebiyat oluşum çizgisi”ni, ikinci devrede ise yeni “devletin edebiyatının oluşum” sürecinin hedeflendiğini belirtmektedir (Argunşah, 2010:133). Özellikle millî edebiyatın oluşum sürecinde gençlere yaptığı telkinlerle sade Türkçe ve hece vezninin edebiyat ortamına egemen olmasında önemli bir rol oynadığı, devrin bir çok yazarının ortak kanaatidir. “Beş Hececiler” adıyla anılan şairlerin heceye yönelmesindeki Gökalp’ın rolü Halit Fahri’nin hatıralarından açıkça anlaşılmaktadır. Gökalp’ın, heceyle ve sade Türkçe ile yazmalarını Yusuf Ziya ile kendisine telkin ettiğini ve yayımlanan ilk şiirlerine telif ödediğini aktarır. Belki duyuş tarzının sığlaşması ve yapının gevşemesi bakımından bu ilk hece şairlerinin bir geçiş dönemi oluşturdukları düşünülse bile özellikle meydana gelen şiirin dili, vezni gibi konularındaki tartışmalar; vatan kavramına yapılan vurgu ve Anadolu’ya yönelen şairane dikkat bir yandan memleket edebiyatına yol vererek, bir yandan ikinci hece kuşağının (Tanpınar, Dıranas, Kısakürek, Tecer vd.) yetişmesine zemin oluşturarak Cumhuriyet edebiyatının kuruluş döneminde etkili olmuştur. 
Ziya Gökalp, yalnızca düzyazılarıyla ve konuşmalarıyla değil, manzumeleriyle de Türk edebiyatının ilgi çeken isimleri arasındadır. Bu onun şiirlerinin poetik, estetik niteliğinden değil, edebiyattaki işlevlerinden ve içerdiği fikirlerden kaynaklanır.

            Şiirleri
            1904’ten itibaren şiir yazmaya ve yayımlamaya başlayan Ziya Gökalp, hayatta iken Şakî İbrahim Destanı (Diyarbe­kir 1908), Kızıl Elma (İstanbul 1914), Yeni Hayat (İstan­bul 1918), Altın Işık (İs­tanbul 1923) adlı kitaplarını çıkarmıştır. Gerek bu kitaplarındaki, gerekse bunlarda bulunmayan manzum eserleri çeşitli defalar, farklı düzenlemelerle yayımlanmıştır. Fevziye Abdullah Tansel Ziya Gökalp Külliyatı I Şiirler ve Halk Masalları (1952) başlığı ile bütün manzumelerini bir arada neşretmiştir.
            Gökalp, ilk şiirlerinde (1908’de yayımlanan Köylü Şiirleri ve Şaki İbrahim Destanı dışında) ve 1911’de yayımladığı “Turan” manzumesinde aruz veznini kullanmış diğer ürünlerini ise hece vezni ile yazmıştır. Şiirlerinde mesnevi nazım biçimi, koşma, sone gibi Divan, halk ve Batı edebiyatlarının biçim özelliklerini kullanan şairin, şiirin biçimsel yönü ve işçiliğiyle pek fazla ilgilendiği söylenemez. O, şiirle bir mesajı aktarmanın peşindedir. Çünkü millî edebiyat akımı, şiirde süse karşıdır. Bu yüzden süslü bir şiir anlayışının yerini fikirlerin doğrudan aktarıldığı; değerini içerdiği sanatlardan değil, düşünceden alan metinler Gökalp’ın anlayışına daha uygundur. Nitekim onun şiirlerinde toplum hayatının yeniden düzenlenmesi, insanların eğitimi, millî bir hafıza oluşturmak için girişilen mücadeleler gibi konular kendine yer bulur.
“İhtilal Şarkısı”, “Hürriyet Marşı” gibi ilk şiirlerinde Namık Kemal ve Tevfik Fikret edası içerisinde  görünen Gökalp, “Köylü Şiirleri” üst başlığını taşıyan “Oruç”, “Ezan”, “Namaz”, “Zekat” gibi şiirlerinde ise dini, milleti yapan bir faktör olarak, dayanışmanın, dürüstlüğün, ben yerine biz duygusunu koymanın kaynağı olarak değerlendirir. Üçer dizelik yüz on bentten oluşan ve hece vezniyle yazılan Şakî İbrahim Destanı’nda Diyarbakır’a hâkim olan Hamidiye alayı komutanı İbrahim Paşa’nın görevini kötüye kullanması, halka zulmetmesi, halkın bu durumu saraya şikâyet etmek üzere iki defa postaneyi basması üzerine anlatılır. Kızıl Elma kitabında ise “Turan”, “Ala Geyik”, ”Kızıl Elma”, Altın Destan” gibi tanınmış manzumeleri bulunmaktadır. Aynı zamanda kendisindeki düşünce değişiminin de bir göstergesi olan “Turan” adlı manzumesi, yazıldığı dönemde etkili olan bir metindir. Türkçülük düşüncesinin bir dönem çok tartışılan bir yönünü de temsil eden bu şiirde Gökalp, Türklüğe köken arayışı ile Attila, Cengiz gibi savaşçı fatihler üzerinden Avrupalı tarihçilerin tarihi çarpıttıkları görüşünü ortaya koyarak ulus-inşâsı sürecinin dinamiklerinden olan “öteki oluşturma” işlevini gerçekleştirmeye çalışır. Fakat özellikle şiirin “Vatan ne Türkiya’dır Türklere, ne Türkistan;/Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir: Turan..” şeklindeki son dizeleri, Mehmet Emin Yurdakul’un “Ben bir Türküm dinim cinsim uludur” dizesinden sonra milliyetçi edebiyatın en sansasyonel dizeleridir.
            Yeni Hayat, Gökalp’ın kurulmasını arzuladığı ve düzyazılarında program halinde sunduğu konuların manzum olarak anlatıldığı otuz iki manzumeden oluşur. Bu manzum metinlerde milleti oluşturacak kavram, kurum ve olgular olarak din, din ve ilim ilişkisi, vatan, millet, ahlâk, görev, dil, kadın, medeniyet vb. konusunda görüşlerini dile getirir. Bunlardan “Gözlerimi kaparım/Vazifemi yaparım” nakaratıyla hatırlanan “Vazife” başlıklı şiirde görev anlayışını kutsallaştıran bir görüş ileri sürülürken, kitaptaki diğer şiirlerde de ulus-inşâsı etrafında söz konusu temaların yapılandırıcı bir işlevle aktarılmak istendiği görülür.  Beşer dizelik üç bentten oluşan “Vatan” şiirinin ilk bendinde Türkçe ezan konusunu, dinin anlaşılmasını; ikinci bendinde mefkure, din, dil birliğini; üçüncü bendinde ise sanat, bilim ve ekonominin vatanı oluşturan öğeler olarak aktarılması dikkat çekicidir. Burada artık, “Turan” şiirindeki sınırları belirsiz bir ideal ülke yerini din, dil, mefkure birliği ile bütünleşmiş bir topluluk olan milletin yaşadığı toprak almıştır. Dilin yeni hayatı, ulusu oluşturacak bir unsur olarak belirlenmesi “Lisan” başlıklı şiirde de görülür. “San’at” başlıklı şiir ise Gökalp’ın bu konudaki görüşlerini de derli toplu aktarması bakımından önemlidir. Özellikle Parnasse ve Ortaç kavramlarıyla oluşturduğu karşıtlık üzerinden yeni şiirin Batı edebiyatı yerine, eski Türk ozanlarından beslenmesi gerektiği düşüncesi aktarılır:
Arûz sizin olsun, Hece bizimdir,
Halkın söylediği Türkçe bizimdir,
Leyl sizin, şeb sizin, gece bizimdir,
Değildir bir ma’na üç ada muhtaç

Kısacası Yeni Hayat kitabındaki şiirler, öteden beri düzyazılarında değindiği yeni bir hayat ve yeni değerler sisteminin parçaları olmak üzere mevcut toplumsal yapının bütünleşmiş bir ulusa önüşmesi için gerekli görülen unsurlar olarak ve şiirin biçimsel imkânlarından yararlanılarak, daha etkili olur düşüncesiyle işlenmiştir.
            Ziya Gökalp’ın Altun Işık adlı kitabı yedisi mensur, dördü manzum on bir halk masalı ile “Alp Arslan” adlı bir manzum piyesi içerir. Belki de onun Türk edebiyatı içerisindeki faaliyetlerinin en önemlilerinden birisini tarihe ve mitlere dönüş oluşturur. Bu, hem yukarıda değinilen “istiare zemini” bulmak ihtiyacını karşılayacak hem de yeni oluşturulacak ulus için birliği sağlayacak bir faktör olarak önemlidir. Bu kitaptaki parçalar, aynı zamanda kendisinin “tehzib” düşüncesinin bir uygulaması niteliği de taşımaktadır.
            Ziya Gökalp, toplam yüz otuz civarında bulunan manzumeleriyle edebiyatı toplumu yönlendirmenin bir aracı gibi gören ve Namık Kemal’den Mehmet Âkif’e uzanan çizgi üzerinde yer alır. Daha önce belirtildiği gibi ilk şiirlerinde Namık Kemal ve Servet-i Fünûncuların, heceyle yazdıklarında ise Mehmet Emin’in etkisi altında görülür. Zamanla bu etkilerden kurtulduğunu söylemek mümkün ise de dil, söyleyiş tarzı, yapı özellikleri gibi salt poetik nitelikler bakımından kendisine özgü bir şiir toplamına sahip olduğu söylenemez. Bu şiirlerde zorlama kafiyeler, ifade fazlalıkları, hece veznini monoton bir şekilde kullanma gibi kusurlar göze çarpar. Bununla birlikte halk şiiri biçimlerini kullandığı, çocuklara dönük yazdığı manzumelerde göreceli olarak bir lirizm yakaladığı da belirtilmiştir. Ancak şiirlerinin genel özelliğinin şiirlerinin içeriğini oluşturan düşünce unsurunu mantık yürütmelerle ve vezin-kafiyenin etkileyiciliğine dayanarak vermek olduğu söylenebilir. Duygu ve heyecan unsuru onun şiirlerinin istisnai sayılabilecek öğesi durumundadır. Gerek mensur şiirlerinde gerekse nesir yazılarında sanatkârane bir üslup görülmez. Bunun yerine düşünceyi, ikna metoduyla aktaran düz ve fakat sağlam ve açık cümle yapıları dikkati çeker.
            Bütün bu özellikler dikkate alındığında Ziya Gökalp’ın Türk edebiyatındaki yeri sanatçılığından ziyade, yeni sanatın yönünü belirlemeyi amaç edinen görüşlerinde yatar. Nitekim bu görüşler sanat ürünü olarak adlandırılabilecek manzum metinlerinde de esas yeri tutar. Dolayısıyla edebî ürünleri de, dil ve edebiyatla ilgili görüşleri de genel düşünce sistematiği içerisinde ve uluslaşma süreci bağlamında etkili bir rol oynamıştır.



Kaynaklar
Argunşah, H. (2010), “Millî Kimlik Oluşturmada Edebiyatın Rolü ve Ziya Gökalp”, Türk Kimliğinin Yeniden İnşası Bağlamında Ziya Gökalp içinde s.123-153, (Haz. Ü.Günay-C.Çelik), İstanbul Kesit Yayınları.
Argunşah, M. (2010), “Ziya Gökalp ve Yeni Lisan Hareketi”, Türk Kimliğinin Yeniden İnşası Bağlamında Ziya Gökalp içinde s.95-122, (Haz. Ü.Günay-C.Çelik), İstanbul Kesit Yayınları.
Ateş, M. (2005),”Ziya Gökalp ve Çocuk Edebiyatı”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 14, s. 94-115, Konya.
Enginün, İ. (2006), Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923), İstanbul Dergâh Yayınları
Filizok, R. (1991), Ziya Gökalp’ın Edebî Eserlerinde Halk edebiyatı Tesiri Üzerine Bir Araştırma, Ankara Kültür Bakanlığı Yayınları.
Filizok, R. (1991b), Şiirimizde Halk Edebiyatı Tesirleri Üzerine Notlar, İzmir Ege Üniversitesi Yayınları.
Filizok, R. (2005), Ziya Gökalp, Ankara Akçağ Yayınları
Göçgün, Ö. (1992), Hususî Mektuplarına Göre Ziya Gökalp’ın Hayat Görüşü, Ankara Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları.
Gökalp, Z. (1976), Altın Işık, (Haz. Şevket Kutkan), Ankara Kültür Bakanlığı Yayınları.
Gökalp, Z. (1976a), Makaleler I, (Haz. Şevket Beysanoğlu), Ankara Kültür Bakanlığı Yayınları.
Gökalp, Z. (1976b), Türk Medeniyeti Tarihi, (Haz. İ. Aka-K.Y.Kopraman), Ankara Kültür Bakanlığı Yayınları.
Gökalp, Z. (1976c), Türkçülüğün Esasları, (Haz. M. Kaplan), İstanbul Kültür Bakanlığı Yayınları.
Gökalp, Z. (1976d), Türk Töresi, (Haz. H. Dizdaroğlu), Kültür Bakanlığı Yayınları.
Korkmaz, N.G. (2009), “Kolsuz Hanım Üzerine Yazılı Kültür ve Metinler Arası İlişkiler Bağlamında Bir Çalışma”, Millî Kültür,Yıl 21, S. 83, s.54-61, Ankara.
Kushner, D. (2009), Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu 1876-1908, (Çev. Ş.S.Türet, R.Ertem, F. Ertem), İstanbul Kesit Yayınları.
Tansel, F. A. (1989), Ziya Gökalp Külliyatı-I, Şiirler ve Halk Masalları, 3. Baskı, Ankara Türk tarih Kurumu Yayınları.
Tansel, F. A. (1989b), Ziya Gökalp Külliyatı-II, Limni ve Malta Mektupları, 2. Baskı, Ankara Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Yetiş, K. (2007), Dönemler ve Problemler Aynasında Türk Edebiyatı, İstanbul Kitabevi Yayınları.





[*] Doç. Dr., Sakarya Üniversitesi, ydascioglu@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder