Edebiyat Üzerinden Ulus İnşâsı: Ziya
Gökalp’ın Şairliği
Yılmaz
DAŞCIOĞLU[*]
Ziya Gökalp (1876-1924) adı Türk
edebiyatının ilgi çekici yol açıcıları ile birlikte hatırlanır. İbrahim
Şinasi’nin, Recâizâde Mahmut Ekrem’in, hatta Orhan Veli’nin durumunu
çağrıştıran bir açıcılıktır bu. Tıpkı onlar gibi Gökalp da edebî ürünlerinin
estetik değeriyle değil, bu ürünlerin içinde veya dışında dile getirdiği
görüşleriyle edebiyatın akışını değiştiren adamdır. Buna karşılık arada önemli
bir fark da bulunuyor: diğerleri neredeyse bütün gücünü edebiyat alanının
içinden alırken, Gökalp edebiyatı da içine alan daha büyük bir dairenin,
neredeyse insan bilimlerinin tamamına yönelen sistemli bir ilginin getirdiği
genişlikten güç almaktaydı. Bu yüzden onun edebiyatta yön değişmesine yol açan
etkisini diğerlerinden ayırmak ve aslında topluma dönük çok yönlü bir programın
uygulanmasında, edebiyatı dönüştürücü bir araç olarak kullanma isteğine vurgu
yapmak gerekir. Böylece Batı’da da XVIII. ve XIX. yüzyıl edebiyatlarının önemli
işlevlerinden birisi olan uluslaşma sürecini oluşturmanın Türk edebiyatındaki
(sadece temsilcisi değil) kurucusu ile karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkar.
Onun yalnızca edebiyat üzerine görüşlerinin değil, tümüyle edebî ürünlerinin de
böyle bir işleve yönelik olması Türk edebiyatı tarihindeki Ziya Gökalp
portresinin birbirini bütünleyen iki ana çizgiden ibaret olduğunu gösterir. Bu
yazı onun edebiyat alanında da etkili olmasını sağlayan görüşlerinin ve ulus-inşâsı
sürecinin kurucu öğesi olarak yazılan edebî ürünlerinin incelenmesini
içermektedir.
Edebî Görüşleri
Ziya Gökalp’ın edebiyat
hakkındaki görüşlerini genel düşünce sisteminin içerisinde değerlendirmek
gerekir. Çünkü Türk kültürü açısından Ziya Gökalp adı her şeyden önce, II.
Abdülhamid devrinden beri kültürel milliyetçilik olarak başlayan çalışmalarda
dağınık biçimde dile getirilen düşünceleri sistemli bir Türkçülük doktrini
haline dönüştürmenin ifadesi olmuştur. Çok uluslu bir toplum yapısından modernitenin
ürettiği, homojen olup olmadığı tartışmalı olsa bile en azından nicelik olarak
indirgemeci denilebilecek millet kavramının ortaya çıkarılmak istenilmesi bu
doktrinin temelini oluşturur.
Bilindiği gibi Tanzimat öncesi
klasik Osmanlı döneminde genel olarak niteliksiz kitle içeriğini taşıyan “halk”
sözcüğü, Tanzimat’la birlikte rejim değişikliği taleplerinin dayanaklarından
birisi olarak seçme-seçilme yeteneğine sahip nitelikli bireyler kümesi biçimine
evrilmiş idi. 1908’den sonra ise en başta Ziya Gökalp tarafından olmak üzere
oluşturulmak istenilen millet kavramının zemini olarak görülmüştür. Böylece
halk kavramı, modern Türkiye’nin toplumsal, düşünsel ve kurumsal oluşumunun en
önemli anahtarlarından birisi olarak konumlandırılmıştır. Çünkü tarihi süreçleri
geçmişte kandaş (kavmî veya ırkî) ve dindaş (ümmet) dönemler olarak algılayan
ulusçuluk, kendisini kurumlaştırabilmek için kan ve din bağlarının yerine yeni
yapılandırıcı öğeler ikame etmeye ihtiyaç duymuştur. Bu çerçevede halk ortak
bir dili, belirli ortak bir geçmişi ve ortak mitleri içermek bakımından “ulus”
oluşturmanın kaynağı olarak bir potansiyel taşımaktadır. O halde kavim ve ümmet
yapılanmalarından gerektiğinde yararlanabilecek, ihtiyaç halinde bunların
kutsallarından dönüştürülen motiflerle yenileri üretilebilecek bir inşâ
sürecinin hem kaynağı hem de malzemesi olarak halka daha farklı bir dikkat
yöneltilmesi, uluslaşmanın temel programı olmalıydı.
Bu çerçevede Gökalp, “kültürle
birleşmiş toplum” olarak tanımladığı millet kavramının ancak hars (kültür) ve
medeniyet arasındaki sentezle oluşabileceğini düşünmüştür. Kan ve din bağından
ziyade belli bir geçmişin birlikte yaşanmasıyla oluşturulmuş kültürün
etrafındaki toplanma ulusu oluşturur. Bu oluşumun gerçekleşebilmesi halkın
diline ve folkorik, etnografik birikimine yönelerek, modern bilinçle yeniden
üretilmesine bağlıdır. Bu da “halka doğru” ve “garba doğru” ifadeleriyle
adlandırılan bir süreçle gerçekleştirilebilirdi. Bu açıdan da dil ve edebiyat
ile ilgili söyledikleri geniş ölçüde onun toplum projesinin parçaları arasında
ele alınmalıdır. Dolayısıyla Gökalp’ta dil ve edebiyat ile ilgili meseleler bir
yönüyle medeniyetin bir yönüyle de kültürün ilgi alanında değerlendirilir.
Medeniyet açısından bir bilim olarak, kültür açısından ise sanat olarak ele
alınır (Filizok, 2005:119). Kısacası Gökalp, Türkçülüğün Esasları’nda
mahiyet itibariyle Türkçülüğün “hars” ve “medeniyet” ile “halka doğru” ve
“garba doğru” yönelişler arasında oluşacağı görüşünü dile getirir. Edebiyat ve
onun dayandığı dil, medeniyete ve kültüre ait unsurlardan oluşur.
Bu bağlamda Ziya Gökalp’in dil ve
edebiyat hakkındaki görüşlerini Türk edebiyatı tarihinin “millî edebiyat akımı”
veya “millî romantik duyuş tarzı” olarak da adlandırılan ve milliyetçi
edebiyatın oluşumu ile örtüşen, daha doğrusu bu oluşumda yönlendirici rol
oynayan bir nitelikle değerlendirmek yerinde olacaktır. Edebiyatta
milliyetçilik, 1911’de Genç Kalemler dergisinde yayımlanan “Yeni Lisan”
adlı yazı (dizisi)dan itibaren millet bilincinin oluşmasında millî bir
edebiyatın, onun gerçekleşmesinde de edebiyat dili üzerinde etkili bir
operasyonun gerekliliğini görmüştür.
Genel görünümünü, yabancı bütün öğelerin atılması yoluyla tamamen
Türkçeleşmiş bir yazı dili öngören anlayış ile daha ılımlı olarak
yaşayan/konuşulan dili edebiyata norm olarak göstermek biçimindeki iki çizginin
oluşturduğu millî dil anlayışında, Gökalp ve yanında bulunan Ömer Seyfettin
gibi arkadaşları, hem tasfiyeciler olarak andıkları birinci grupla hem de
kendilerine itiraz ederek Edebiyat-ı Cedide dilini şu ya da bu ölçüde
savunanların oluşturduğu grupla tartışmalarında orta yolu tutmuşlardır.
Bu bağlamda Gökalp’ın dil
konusundaki görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür:
·
Yabancı
dillerden mümkün olduğunca kelime alınmamalı, gramer kuralları ise kesinlikle
alınmamalıdır. Türkçede bulunan Arapça ve Farsça kurallar terk edilmeli.
·
Arapça
ve Farsça tamlamalar terk edilmeli, yerine Türkçe tamlamalar tercih edilmeli.
·
Arapça
ve Farsça çokluk çekimleri bırakılıp yerine Türkçe çokluk eki kullanılmalı.
Aynı şekilde diğer ekler konusunda da Türkçelerin kullanılması
yaygınlaştırılmalıdır.
·
Yabancı
dillerden alınan kelimeler halkın dilinde kullanıldığı gibi kullanılmalı;
aydınların yaptığı gibi özgün biçimlerine uymaya çalışılmamalı.
·
Doğu
Türkçesinden kelime almak yerine, en gelişmiş Türkçe olan İstanbul Türkçesi
bütün Türklerin ortak dili haline getirilmeli.
·
Tasfiye
mutlaka uygulanacak bir yol değildir. Başka dillerden alınsa bile Türkçeleşmiş
kabul edilen, halkın diline yerleşmiş sözcükler terk edilmemeli.
·
Eş
anlamlı sözcüklerden Türkçe olanı tercih edilmeli.
·
Yaşayan
dilde bulunmayan arkaik kelimeleri diriltmeye çalışmak, yeni kelimeler uydurmak
gereksizdir. (Argunşah, 2010:116-121)
Bu ilkelere Ziya Gökalp’ın kendi
metinlerinde her zaman uyduğu söylenemez. Bazen “dilmaç” gibi Türkçe, bazen de
yukarıda da geçen “hars” gibi Batı dillerindeki kavramlara Arapça-Farsça
karşılıklar türetmekten geri durmaz.
Böylece “yeni lisan” hareketinde etkili bir rol aldığı görülen Ziya
Gökalp, aslında eşzamanlı ve/veya iç içe bir süreçte edebiyat konusunda da
ulus-inşâsı amacına dönük teklif ve uygulamaları ile etkili olmuştur.
“Şuur devrinde şiir susar, şiir
devrinde şuur seyirci kalır. İçinde bulunduğumuz zaman, galiba birinci devreye
aittir; şairler Muz’larından uzak düşmüş, vezin ve kafiye, şuurlu müteşairler
eline geçmiş…
Bu hali, çocukların hayatında da
görürüz: Ders saatleri arasında oyun fasılaları var… Aynı zamanda, çocuk
terbiyesinde bir takım dersler, oyun tarzında verilir; bunun gibi, halk
terbiyesinde de bazı fikirlerin vezin kisvesi altında arzedilmesi fena mı
olur?” (Tansel,
1989:97)
Yeni Hayat adlı şiir kitabının başında yer
alan bu sözler Gökalp’ın edebiyatla ilgili görüşlerinin dayanak noktasını da
oluşturmaktadır. Böylece farklı amaçlar için olsa bile Namık Kemal’den Mehmet
Âkif’e ve toplumcu gerçekçilere uzanan, edebiyatı toplumu eğitmenin bir aracı
olarak gören anlayışın içerisinde yer alır.
Onu diğerlerinden ayıran fark ise “tahris” ve “tehzib” kavramlarıyla
ifade ettiği önce halk kültürünü alıp, oradan beslenip sonra bu malzemeyi
medenî milletlerin edebî teknikleriyle işlemek ve özgün bir eser meydana
getirmek düşüncesidir. Bu temel düşünce etrafında edebî dilin konuşma diline
(İstanbul Türkçesine) dayanması gibi, biçim bakımından millî vezin olan heceye,
millî nazım biçimlerine ve tematik olarak da halka, halk kültür ve edebiyatına,
Türk mitolojisine yönelmeyi öneriyordu. Filizok’a göre Ziya Gökalp ve
arkadaşları Türk mitolojisi, Türk folkloru ve halk edebiyatı ile bir “istiare
zemini” oluşturmak ve bilim ve sanatın bu zemin üzerinde gelişmesini sağlamak
istiyorlardı. Bu konuda eski Yunan mitolojisini ortak bir zemin olarak alan
çağdaş Batı ulusları örnek alınmıştır. Onlar Yunan mitolojisini bir düşünme
merkezi olarak kabul etmekle, aslında var olmayan bir bütünlüğü sağladıkları
gibi bugün ulaştıkları başarıya da bu sayede varabilmişlerdir. O halde dünya
Türklerini birleştirecek ve ortak bir başarıya ulaştıracak yol da kendi
mitolojisini “istiare zemini” haline getirmektir (Filizok, 2005: 120-121).
Ziya Gökalp’ın Türk edebiyatı
üzerindeki etkisini 1922 tarihini referans alarak iki döneme ayıran Hülya
Argunşah, ilk devrede “bir yeniden doğuş psikolojisi taşıyan millî edebiyat
oluşum çizgisi”ni, ikinci devrede ise yeni “devletin edebiyatının oluşum”
sürecinin hedeflendiğini belirtmektedir (Argunşah, 2010:133). Özellikle millî
edebiyatın oluşum sürecinde gençlere yaptığı telkinlerle sade Türkçe ve hece
vezninin edebiyat ortamına egemen olmasında önemli bir rol oynadığı, devrin bir
çok yazarının ortak kanaatidir. “Beş Hececiler” adıyla anılan şairlerin heceye
yönelmesindeki Gökalp’ın rolü Halit Fahri’nin hatıralarından açıkça
anlaşılmaktadır. Gökalp’ın, heceyle ve sade Türkçe ile yazmalarını Yusuf Ziya
ile kendisine telkin ettiğini ve yayımlanan ilk şiirlerine telif ödediğini
aktarır. Belki duyuş tarzının sığlaşması ve yapının gevşemesi bakımından bu ilk
hece şairlerinin bir geçiş dönemi oluşturdukları düşünülse bile özellikle
meydana gelen şiirin dili, vezni gibi konularındaki tartışmalar; vatan
kavramına yapılan vurgu ve Anadolu’ya yönelen şairane dikkat bir yandan
memleket edebiyatına yol vererek, bir yandan ikinci hece kuşağının (Tanpınar,
Dıranas, Kısakürek, Tecer vd.) yetişmesine zemin oluşturarak Cumhuriyet
edebiyatının kuruluş döneminde etkili olmuştur.
Ziya Gökalp, yalnızca
düzyazılarıyla ve konuşmalarıyla değil, manzumeleriyle de Türk edebiyatının
ilgi çeken isimleri arasındadır. Bu onun şiirlerinin poetik, estetik
niteliğinden değil, edebiyattaki işlevlerinden ve içerdiği fikirlerden
kaynaklanır.
Şiirleri
1904’ten
itibaren şiir yazmaya ve yayımlamaya başlayan Ziya Gökalp, hayatta iken Şakî
İbrahim Destanı (Diyarbekir 1908), Kızıl Elma (İstanbul 1914), Yeni
Hayat (İstanbul 1918), Altın Işık (İstanbul 1923) adlı kitaplarını
çıkarmıştır. Gerek bu kitaplarındaki, gerekse bunlarda bulunmayan manzum
eserleri çeşitli defalar, farklı düzenlemelerle yayımlanmıştır. Fevziye
Abdullah Tansel Ziya Gökalp Külliyatı I Şiirler ve Halk Masalları (1952)
başlığı ile bütün manzumelerini bir arada neşretmiştir.
Gökalp,
ilk şiirlerinde (1908’de yayımlanan Köylü Şiirleri ve Şaki İbrahim Destanı
dışında) ve 1911’de yayımladığı “Turan” manzumesinde aruz veznini kullanmış
diğer ürünlerini ise hece vezni ile yazmıştır. Şiirlerinde mesnevi nazım
biçimi, koşma, sone gibi Divan, halk ve Batı edebiyatlarının biçim
özelliklerini kullanan şairin, şiirin biçimsel yönü ve işçiliğiyle pek fazla
ilgilendiği söylenemez. O, şiirle bir mesajı aktarmanın peşindedir. Çünkü millî
edebiyat akımı, şiirde süse karşıdır. Bu yüzden süslü bir şiir anlayışının
yerini fikirlerin doğrudan aktarıldığı; değerini içerdiği sanatlardan değil,
düşünceden alan metinler Gökalp’ın anlayışına daha uygundur. Nitekim
onun şiirlerinde toplum hayatının yeniden düzenlenmesi, insanların eğitimi,
millî bir hafıza oluşturmak için girişilen mücadeleler gibi konular kendine yer
bulur.
“İhtilal
Şarkısı”, “Hürriyet Marşı” gibi ilk şiirlerinde Namık Kemal ve Tevfik Fikret
edası içerisinde görünen Gökalp, “Köylü
Şiirleri” üst başlığını taşıyan “Oruç”, “Ezan”, “Namaz”, “Zekat” gibi
şiirlerinde ise dini, milleti yapan bir faktör olarak, dayanışmanın,
dürüstlüğün, ben yerine biz duygusunu koymanın kaynağı olarak değerlendirir.
Üçer dizelik yüz on bentten oluşan ve hece vezniyle yazılan Şakî İbrahim
Destanı’nda Diyarbakır’a hâkim olan Hamidiye alayı komutanı İbrahim
Paşa’nın görevini kötüye kullanması, halka zulmetmesi, halkın bu durumu saraya
şikâyet etmek üzere iki defa postaneyi basması üzerine anlatılır. Kızıl Elma
kitabında ise “Turan”, “Ala Geyik”, ”Kızıl Elma”, Altın Destan” gibi tanınmış manzumeleri
bulunmaktadır. Aynı zamanda kendisindeki düşünce değişiminin de bir göstergesi
olan “Turan” adlı manzumesi, yazıldığı dönemde etkili
olan bir metindir. Türkçülük düşüncesinin bir dönem çok tartışılan bir yönünü
de temsil eden bu şiirde Gökalp, Türklüğe köken arayışı ile Attila, Cengiz gibi
savaşçı fatihler üzerinden Avrupalı tarihçilerin tarihi çarpıttıkları görüşünü
ortaya koyarak ulus-inşâsı sürecinin dinamiklerinden olan “öteki oluşturma”
işlevini gerçekleştirmeye çalışır. Fakat özellikle şiirin “Vatan ne Türkiya’dır
Türklere, ne Türkistan;/Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir: Turan..” şeklindeki
son dizeleri, Mehmet Emin Yurdakul’un “Ben bir Türküm dinim cinsim uludur”
dizesinden sonra milliyetçi edebiyatın en sansasyonel dizeleridir.
Yeni
Hayat, Gökalp’ın kurulmasını arzuladığı ve düzyazılarında program halinde
sunduğu konuların manzum olarak anlatıldığı otuz iki manzumeden oluşur. Bu
manzum metinlerde milleti oluşturacak kavram, kurum ve olgular olarak din, din
ve ilim ilişkisi, vatan, millet, ahlâk, görev, dil, kadın, medeniyet vb.
konusunda görüşlerini dile getirir. Bunlardan “Gözlerimi kaparım/Vazifemi
yaparım” nakaratıyla hatırlanan “Vazife” başlıklı şiirde görev anlayışını
kutsallaştıran bir görüş ileri sürülürken, kitaptaki diğer şiirlerde de
ulus-inşâsı etrafında söz konusu temaların yapılandırıcı bir işlevle aktarılmak
istendiği görülür. Beşer dizelik üç
bentten oluşan “Vatan” şiirinin ilk bendinde Türkçe ezan konusunu, dinin
anlaşılmasını; ikinci bendinde mefkure, din, dil birliğini; üçüncü bendinde ise
sanat, bilim ve ekonominin vatanı oluşturan öğeler olarak aktarılması dikkat
çekicidir. Burada artık, “Turan” şiirindeki sınırları belirsiz bir ideal ülke
yerini din, dil, mefkure birliği ile bütünleşmiş bir topluluk olan milletin
yaşadığı toprak almıştır. Dilin yeni hayatı, ulusu oluşturacak bir unsur olarak
belirlenmesi “Lisan” başlıklı şiirde de görülür. “San’at” başlıklı şiir ise
Gökalp’ın bu konudaki görüşlerini de derli toplu aktarması bakımından
önemlidir. Özellikle Parnasse ve Ortaç kavramlarıyla oluşturduğu karşıtlık
üzerinden yeni şiirin Batı edebiyatı yerine, eski Türk ozanlarından beslenmesi
gerektiği düşüncesi aktarılır:
Arûz sizin olsun, Hece bizimdir,
Halkın söylediği Türkçe bizimdir,
Leyl sizin, şeb sizin, gece
bizimdir,
Değildir bir ma’na üç ada muhtaç
Kısacası Yeni Hayat kitabındaki
şiirler, öteden beri düzyazılarında değindiği yeni bir hayat ve yeni değerler
sisteminin parçaları olmak üzere mevcut toplumsal yapının bütünleşmiş bir ulusa
önüşmesi için gerekli görülen unsurlar olarak ve şiirin biçimsel imkânlarından
yararlanılarak, daha etkili olur düşüncesiyle işlenmiştir.
Ziya
Gökalp’ın Altun Işık adlı kitabı yedisi mensur, dördü manzum on bir halk
masalı ile “Alp Arslan” adlı bir manzum piyesi içerir. Belki de onun Türk
edebiyatı içerisindeki faaliyetlerinin en önemlilerinden birisini tarihe ve
mitlere dönüş oluşturur. Bu, hem yukarıda değinilen “istiare zemini” bulmak
ihtiyacını karşılayacak hem de yeni oluşturulacak ulus için birliği sağlayacak
bir faktör olarak önemlidir. Bu kitaptaki parçalar, aynı zamanda kendisinin
“tehzib” düşüncesinin bir uygulaması niteliği de taşımaktadır.
Ziya
Gökalp, toplam yüz otuz civarında bulunan manzumeleriyle edebiyatı toplumu
yönlendirmenin bir aracı gibi gören ve Namık Kemal’den Mehmet Âkif’e uzanan
çizgi üzerinde yer alır. Daha önce belirtildiği gibi ilk şiirlerinde Namık
Kemal ve Servet-i Fünûncuların, heceyle yazdıklarında ise Mehmet Emin’in etkisi
altında görülür. Zamanla bu etkilerden kurtulduğunu söylemek mümkün ise de dil,
söyleyiş tarzı, yapı özellikleri gibi salt poetik nitelikler bakımından
kendisine özgü bir şiir toplamına sahip olduğu söylenemez. Bu şiirlerde zorlama
kafiyeler, ifade fazlalıkları, hece veznini monoton bir şekilde kullanma gibi
kusurlar göze çarpar. Bununla birlikte halk şiiri biçimlerini kullandığı,
çocuklara dönük yazdığı manzumelerde göreceli olarak bir lirizm yakaladığı da
belirtilmiştir. Ancak şiirlerinin genel özelliğinin şiirlerinin içeriğini
oluşturan düşünce unsurunu mantık yürütmelerle ve vezin-kafiyenin
etkileyiciliğine dayanarak vermek olduğu söylenebilir. Duygu ve heyecan unsuru
onun şiirlerinin istisnai sayılabilecek öğesi durumundadır. Gerek mensur
şiirlerinde gerekse nesir yazılarında sanatkârane bir üslup görülmez. Bunun
yerine düşünceyi, ikna metoduyla aktaran düz ve fakat sağlam ve açık cümle
yapıları dikkati çeker.
Bütün
bu özellikler dikkate alındığında Ziya Gökalp’ın Türk edebiyatındaki yeri
sanatçılığından ziyade, yeni sanatın yönünü belirlemeyi amaç edinen görüşlerinde
yatar. Nitekim bu görüşler sanat ürünü olarak adlandırılabilecek manzum
metinlerinde de esas yeri tutar. Dolayısıyla edebî ürünleri de, dil ve
edebiyatla ilgili görüşleri de genel düşünce sistematiği içerisinde ve
uluslaşma süreci bağlamında etkili bir rol oynamıştır.
Kaynaklar
Argunşah, H. (2010), “Millî
Kimlik Oluşturmada Edebiyatın Rolü ve Ziya Gökalp”, Türk Kimliğinin Yeniden
İnşası Bağlamında Ziya Gökalp içinde s.123-153, (Haz. Ü.Günay-C.Çelik),
İstanbul Kesit Yayınları.
Argunşah, M. (2010), “Ziya Gökalp
ve Yeni Lisan Hareketi”, Türk Kimliğinin Yeniden İnşası Bağlamında Ziya
Gökalp içinde s.95-122, (Haz. Ü.Günay-C.Çelik), İstanbul Kesit Yayınları.
Ateş, M. (2005),”Ziya Gökalp ve
Çocuk Edebiyatı”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
S. 14, s. 94-115, Konya.
Enginün, İ. (2006), Yeni Türk
Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923), İstanbul Dergâh Yayınları
Filizok, R. (1991), Ziya
Gökalp’ın Edebî Eserlerinde Halk edebiyatı Tesiri Üzerine Bir Araştırma,
Ankara Kültür Bakanlığı Yayınları.
Filizok, R. (1991b), Şiirimizde
Halk Edebiyatı Tesirleri Üzerine Notlar, İzmir Ege Üniversitesi Yayınları.
Filizok, R. (2005), Ziya
Gökalp, Ankara Akçağ Yayınları
Göçgün, Ö. (1992), Hususî
Mektuplarına Göre Ziya Gökalp’ın Hayat Görüşü, Ankara Türk Kültürünü
Araştırma Enstitüsü Yayınları.
Gökalp, Z. (1976), Altın Işık,
(Haz. Şevket Kutkan), Ankara Kültür Bakanlığı Yayınları.
Gökalp, Z. (1976a), Makaleler
I, (Haz. Şevket Beysanoğlu), Ankara Kültür Bakanlığı Yayınları.
Gökalp, Z. (1976b), Türk
Medeniyeti Tarihi, (Haz. İ. Aka-K.Y.Kopraman), Ankara Kültür Bakanlığı
Yayınları.
Gökalp, Z. (1976c), Türkçülüğün
Esasları, (Haz. M. Kaplan), İstanbul Kültür Bakanlığı Yayınları.
Gökalp, Z. (1976d), Türk
Töresi, (Haz. H. Dizdaroğlu), Kültür Bakanlığı Yayınları.
Korkmaz, N.G. (2009), “Kolsuz
Hanım Üzerine Yazılı Kültür ve Metinler Arası İlişkiler Bağlamında Bir
Çalışma”, Millî Kültür,Yıl 21, S. 83, s.54-61, Ankara.
Kushner, D. (2009), Türk
Milliyetçiliğinin Doğuşu 1876-1908, (Çev. Ş.S.Türet, R.Ertem, F. Ertem),
İstanbul Kesit Yayınları.
Tansel, F. A. (1989), Ziya
Gökalp Külliyatı-I, Şiirler ve Halk Masalları, 3. Baskı, Ankara Türk tarih
Kurumu Yayınları.
Tansel, F. A. (1989b), Ziya
Gökalp Külliyatı-II, Limni ve Malta Mektupları, 2. Baskı, Ankara Türk Tarih
Kurumu Yayınları.
Yetiş, K. (2007), Dönemler ve
Problemler Aynasında Türk Edebiyatı, İstanbul Kitabevi Yayınları.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder